Herkesin çocukluğunda iz bırakan anıları vardır, gönlüne, çocukluğuna, olgunluğuna, kişiliğine dokunan…
İşte benim anılarım da “Büyük evi” dediğimiz anneannem ve dedemin yaşadığı eve dayanır.
Düzayak, önü verandalı ama öyle veranda dediysem Amerikan filmlerindeki gibi değil bildiğimiz Anadolu usulü. Tavandan sarkan iplere kurutulmak için kırmızı biberlerin, patlıcanların dizildiği, oturmak için fındık çuvallarının kullanıldığı, masa olarak domates kasasının kullanıldığı, zeytinyağı tenekelerine süs bitkilerinin dikilerek sıra sıra dizildiği bir veranda…
Hiç israf yok, her şeyin kendi amacı dışında başka bir amaçla kullanılması için ant içilmiş gibi…
Yan bahçede asma yaprakları, maydanoz, lahana, kinzi, hemen elini atıp alıyorsun, hop kuzine de pişen yemeğin içine…
Sobanın üstünde, asimetrik yerleştirilmiş yan yana dizilmiş tencereler, çay demlenirken bir yandan da içinde de mısır ekmeği pişiyor... Bununla da kalır mı? Öte yandan ısınıyoruz.
Şimdilerde küçük ev aletleri var, kuzine de sanki “Büyük evinin” büyük ev aleti gibi:)
Çoluk çocuk tek bir odada olduğu için o kadar insanın nefesleri ile de ısınıyor ortam tabii. İnsan nefesi dahi israf edilmiyor öyle bir sistem…
Hem mutfak, hem salon, hem misafir hem de oturma odası hepsi bir arada:)
Her hamle birbirini destekliyor bir yapıyorsun üç alıyorsun, çok kârlı bir sistem ve pratik bir yaşam değil mi?
Karşılıklı iki divan; süsü, nakışlı beyaz örtüsü de eksik değil hani…
Gündüzleri kâh mutfak tezgahı gibi anneannem önünde bir leğen, fasulye, pirinç ayıklar, kâh biçki dikiş tezgahı teyzemler örgü, dantel işler, kâh biz çocukların altında nice oyunlar kurduğumuz oyun alanı kâh da gece uyumak için kullandığımız üstümüze bizden ağır yün yorganların yığıldığı sıcacık yatağımız oluvermiş.
Çokça da çocuğuz, ne enerjimiz bitiyor ne haylazlıklarımız!
Yaramazlık yapıp, söz dinlemediğimizde “Onlar yaşlı saygı gösterin, söz dinleyin, yormayın derdi.” annem...
O zamanlar bana yaşlı falan gelmezdi anneannem ve dedem. Hafıza desen otuz yıl önceki olayı bugün gibi anlatır sana, zihin desen hiç kandıramazsın hemen hesap eder gelecek para üstünü, yirmi küsür torunun doğduğu tarihi tak diye söyler, hiç de bitmez işleri ki, yetiştirme telaşı ile sabah namazı vakti uyanılır yatsıya kadar hep yapılacak bir işleri vardır.
Anlamazdım “Yaşlı” ne demek?
Bizim öyküdeki “Yaşlılara” baksak, hiçbir şeyi israf etmeyen demek olabilirdi mesela:)
Yavaş yürüyen, yüzü kırışmış insanlara mı denirdi yaşlı?
Köşesine çekilmiş, her şeyden de elini eteğini çekmiş insanlara mı denirdi yoksa?
İnsan gençken nasıldır?
Enerjiktir, güçlüdür, her şeyi yapabileceğini düşünür buna gücü olduğuna inanır.
Gelecekle ilgili planları hedefleri, yaşam coşkusu vardır.
Yaşlandıkça ne olur?
Enerjisi azalır, güçten düşer. Bırakın evini, şehrini değiştirmek bir bardak suyu bile nasıl kalkıp alacağını düşünür, buna gücü olduğuna da inanmaz.
İnsanı hayata bağlayan hedefleri, amaçları olmayınca mı gider yaşam coşkusu?
İnsan o zaman mı yaşlanır?
Sorulmayan, danışılmayan, akıl alınmayan, fayda vermeyen olduğunda mı yaşlı hisseder kendini…
Ya da gerçekten o zaman mı gençken bile yaşlanır?
Sorulur, danışılır, akıl alınır olunca da insan, o zaman yaşlanmaz yaş alır…
***
İnsanoğlu var olduğundan bu yana amacı hiç değişmemiştir. Mutlu başarılı olmak ve iyi ilişkiler kurmak.
Deneyimsel Tasarım Öğretisi de insanın amacını amaç edinmiştir. "Kim Kimdir", "İlişkilerde Ustalık" ve "Başarı Psikolojisi" programlarında sunduğu stratejilerle insanların dününden daha başarılı, daha mutlu ve daha marifetli olmalarına destek olur.
***
Yorumlar
Bizi çocukluğumuza götürdünüz. Teşekkürler.
Yorum Gönder