Belma iyi bir koleji bitirdikten sonra Türkiye'nin en iyi üniversitelerinden birini kazanmış ve orayı da başarıyla tamamlamıştı. Hocaları onun üniversitede kalıp öğretim görevlisi olması için ısrar ediyorlardı. Üniversitede rektörlüğe uzanan bir yolda çalışmak Belma'nın da hayaliydi. Eşiyle de bu teklif üzerine istişare ettikten sonra üniversitede kalmaya karar verdi. Böylece hayaline giden yolda bir adım atmış oldu.
Belma işini çok severek yapıyor, çok çalışıyordu. Bazen sabahlara kadar makale yazmakla uğraşıyor, işinin hakkını fazlasıyla veriyordu. Bu çalışma temposuyla kariyerinde adım adım ilerleyerek doçentliğe kadar gelmişti. Üniversitede öğrencisinden, öğretim görevlilerine, çalışan personele kadar herkesin sevdiği, saydığı bir insandı. İşini mesleğini büyük bir aşkla yapıyordu. Bu süreçte kendisinin ve eşinin ortak istekleri doğrultusunda bir çocuk sahibi olmaya karar verdiler…
Belma hamileliği boyunca da mesleğini büyük bir aşkla devam ettirdi. Ta ki evladını kucağına alıp dünyadaki en büyük sevginin bu olduğunu hissedinceye kadar... Bundan sonra bazı hayallerini, kararlarını ertelemek, çocuğunu büyütmek istiyordu.
Her karar bir vazgeçiştir…
Üçüncü, altıncı, dokuzuncu ay, bir yaş derken Belma bir daha bu dönemlerinin geri gelmeyeceğini düşündü. Çocuğu ile kendisi ilgilenmeye, onu bakıcıya bırakamamaya karar verdi ve üniversitedeki işinden ayrıldı.
"Ne de olsa istediğim zaman mesleğime geri dönebilirim." diye düşünüyordu.
Artık hayatının amacı, varı yoğu, bütün meşguliyeti biricik oğlu olmuştu. Bu kadar ilgi, sevgi gören, her dediği ağzından çıkmadan yapılan her çocuk gibi Sinan da şımarık bir çocuğa dönüşmüştü. Daha 15 yaşındayken annesine aldırtacağı arabayla ilgili detaylar veriyor ve sürekli annesini sıkıştırıyordu.
Bir gün Belma midesinde sancılarla kıvranırken yan odadaki oğluna defalarca seslenmesine rağmen sesini duyuramadı. Telefonla arayarak "Oğlum midem çok kötü, bana süt ısıtıp içine bir kaşık bal koyup getirebilir misin?" dedi. "Anne şimdi oyunun en heyecanlı yerindeyim, birazdan getiririm!" cevabını aldı. Aradan bir saat geçmesine rağmen Sinan’dan bir hareket gelmedi. Belma kalkıp kıvrana kıvrana mutfağa kadar zor gitti. Değil süt ısıtacak hali ayakta duracak durumu yoktu. Ağzından kan gelmeye başlamıştı. Eşini arayarak en yakın hastanede buluşmak üzere konuştular. Belma ağrılarla kıvrana kıvrana arabasına binip hastanenin yolunu tuttu…
Hastanede büyük bir mide kanaması geçirdiğini öğrendi. Müşahede altında tutuldu, ilgili müdahaleler yapıldı ve aradan saatler geçti. Bu süre zarfında oğlu annesinin nasıl olduğunu sormak şöyle dursun, odasından çıkmamış, süt aklına bile gelmemişti. Annesi de tekrar hatırlatmamıştı. Hatırlatsa bu sefer de "Her şeyi benden bekliyorsunuz, ben sizin uşağınız mıyım?" diyecekti.
Sahi neden böyle olmuştu?
Kariyerinden, işinden evladı için vazgeçmişti. Evladı ise onun yaptıklarını görmüyordu. Nasıl olmuştu da böylesine sevgiyle büyüyen çocuk bu kadar nankör olmuştu?
Hayatta hiçbir şey durduk yere olmaz. Hiç kimse bir anda nankör olmaz. İnsan o sonuca adım adım gider, tıpkı rektörlüğe giderken olduğu gibi. İnsan karşı tarafın yapması gerekenleri kendisi üstlendiğinde nankörlüğe giden yolu açmış olur.
Sevdiklerimiz için elbette fedakarlık yapmamız gerekir. Onlar için vazgeçtiğimiz şeyler de olur, yapıp ettiklerimiz de ve bu bize iyi gelir. Sorun miktarını ayarlayamadığımızda ortaya çıkar. Gereğinden fazlasını yapmak fayda yerine zarar verir. Karşı tarafa hiç sorumluluk vermemek onu rahatlık tuzağına düşürür. Yaptıklarımızı görmezden gelmesine sebebiyet verir. Tıpkı elimiz kesildiğinde yara aldığımız gibi o kişiyle olan ilişkimiz de yara alır.
Bu hayatta her şeyin fazlası insana zarar verir.
- Sevginin,
- İlginin,
- Hediyenin,
- Yemeğin,
- Suyun bile…
İnsan sevdikleri söz konusu olduğunda bazen elinden gelenin fazlasını verir. Onun hayatını kolaylaştırmak için uğraşır. Bunu iyi niyetle yapar; ancak bu süreç birle başlar, bin olur ve aşırılığa varır. Aşırılık süreci de karşı tarafı nankörleştirir. Tıpkı Belma’nın oğluyla yaşadığı durumda olduğu gibi. Peki karşımızdakini nankörleştirmeden ilişkiyi yürütmenin yolu nedir? Annenin çocuğunun üzerine titrediği gibi, çocuğun da annenin üzerine titrediği bir ilişki nasıl dizayn edilebilir?
Deneyimsel Tasarım Öğretisi İlişkilerde Ustalık Eğitiminde…
***
İnsanoğlu var olduğundan bu yana amacı hiç değişmemiştir. Mutlu başarılı olmak ve iyi ilişkiler kurmak.
Deneyimsel Tasarım Öğretisi de insanın amacını amaç edinmiştir. "Kim Kimdir", "İlişkilerde Ustalık" ve "Başarı Psikolojisi" programlarında sunduğu stratejilerle insanların dününden daha başarılı, daha mutlu ve daha marifetli olmalarına destek olur.
***
Yorumlar
Ne yazıkki dönemimizde tüm anne babaların doğru yapıyorum zannederek yaptığı yanlışlar!!!
Yorum Gönder